Kitabı bitirdikten sonra, kendime sorduğum ilk soru ‘Acaba tüketim bir zorunluluk mu?’ oldu. Aslında bu soruyu kitabın ortalarında da kendime sorduğum olmuştu. Bu ‘sözde’ soru cümlesi bazı şeylere daha dikkatli bakmama yol açarken, kitapta değinilen çoğu ima nedeniyle de bazı şeyler için dikkat yolumu kapadı…
Jean Baudrillard / Tüketim Toplumu
Kitabı bitirdikten sonra, kendime sorduğum ilk soru ‘Acaba tüketim bir zorunluluk mu?’ oldu. Aslında bu soruyu kitabın ortalarında da kendime sorduğum olmuştu. Bu ‘sözde’ soru cümlesi bazı şeylere daha dikkatli bakmama yol açarken, kitapta değinilen çoğu ima nedeniyle de bazı şeyler için dikkat yolumu kapadı.
Gerçeklik/sahte, kişisel/toplumsal, azalmak/çoğalmak, aynı/farklı, bağımsızlık/tutsaklık, batı/doğu, doğal/yapay, ilkel/çağdaş gibi karşıtlıkları barındıran, barındırırken düşündüren, düşündürürken sorgulatan, sorgulatırken de bakış açısı değiştiren bir kitap. Dünyanın ne derece döndüğüne değil de ne derece değiştiğine yönelip kucak açmış. Bu kucağı rasyonellik, ahlaki, hiyerarşik, kodlar, kurallar, göstergeler, yabancılaşma, reklam vb. kavramlarla harmanlayıp, açığa kavuşturup öyle kapatmış.
Kitapta en açıklığa kavuşmuş bir konu ise ‘kitle iletişimi’. Aslında Jean Baudrillard kitle iletişimini bir cümlede beyinlerimize oturtmuş: ‘Kitle iletişiminin bize verdiği gerçeklik değil, gerçekliğin baş döndürücülüğüdür.’
Reklamlar üzerine yazdıklarından sonra algılarımın farklılaştığını fark ettim. Jean Baudrillard reklamların gözümüzü nasıl boyadığı, sansürün işe gelindiği gibi kullanıldığını, olan dünyayla gösterilen malzemenin artık ayırt edilemeyecek düzeyde olduğu, ‘farklılık’ tabirinin farklılaştığını ve giderek ortadan kalktığını öne sürmüştür.
Yalanın yerini göstergelerin aldığı bu dünyada zevkle harcadığımız çoğu paranın aslında ‘para olsun diye’ harcandığı ortadadır. Ederinden fazla maddiyat tükettiğimiz nesnelerin kendisine değil, onların markalarına onca para döktüğümüz için kendimizi sorgulamak, düzeltmek yerine üstüne daha çok düştüğümüz, her geçen gün daha fazla istek duyduğumuz, yine olsa yine alırım dediğimiz ortadadır. Sahte bir dünyada sahte şeylere, sahte bir maddiyat saçıyoruz.
Artık tüketim, harcama, moda davranışları ve bunlar aracılığıyla başkalarıyla olan iletişim davranışlarımızın ‘kişilik’ kavramını oluşturduğunu, oluştururken kendi benliğimizi hiçe saydığımızı, yeni ve sahte bir dünyaya adapte olduğumuzu, aslında zamanın yavaş ama değişimin hızlı olduğunu anlamamız gerek. Değişimin birer parçası ya da malı olmak yerine, değeri ve ederi olmayan şeyler için ‘şeyleşme’ yolundan vazgeçmemiz gerek.
‘Tüketim etkin ve toplumsal bir davranıştır, bir zorlama, bir ahlak ve bir kurumdur. Tüketim tam olarak bir toplumsal değerler sistemi, bu terimin grup bütünleşmesi ve toplumsal denetim işlevi olarak içerimlediği bir toplumsal değerler sistemidir.’ Jean Baudrillard tüketim için bu tanımı yapmıştır. Tüketimin toplumsal olduğu elbette doğrudur, yanlış olan şeyse tüketimin kendisidir. Kendisi olamayan ve işlevini yerine getiremeyen bir olgu ise, gittikçe daha çok uçuruma sürüklenecektir.
Yine göstergeler üzerine kurulu şu dünyada, pahalı bir nesnesi bulunmayan insanlar ‘fakir’ sıfatını taşıyor. Taşıdıkları bu sıfat yerine son model bir cep telefonu taşısalardı, paranın ve markanın tuzağına düşmüş olacaklardı fakat yüksek bir statüleri(!) olacaktı. Mutluluğu pahalı nesneleri satın almakta arayan nice toplumlarımızın harcadıkları şeyin yalnızca zaman olduğunu anlamaları güçtür. Para harcanacak bir madde değil, çünkü o da bir gösterge. Oysa zaman ve toplum gibi ilerleyen ve değişen asıl gerçeklerin farkına varılması gerek.
İsrafın tüketim toplumu karşılığı mutluluk olmuş durumda. Toplum ne kadar israf ediyorsa o derece mutlu demek. Doğru orantının kendini gösterdiği bu durumda, toplumsal bir açlık mevcut. Karınları belki de hiç aç olmayan ama gözleri hep aç olan bir toplumdan bahsedilmiş. Açlık tüm bedenine yansıyınca beyinler daha çok israfa çalışır duruma düşüyor yazık ki.
İhtiyaçların zevk halini aldığı şu durumu katının sıvı haline dönüşmesine benzetebiliriz. Artık gelenek ve göreneklerin, kültürün önüne geçmiştir popülerlik sevdası. ‘Benim buna ihtiyacım var’ yerine ‘Bunu da alsam mı? , ‘Bunu almam lazım’, ‘Bunu da almam lazım’ anlayışları doğmuştur. Doğan anlayış değildir aslında, yanlış bir tüketim sevdasıdır. Bu sevda trenine her gün yenisini eklediğimiz vagonların, elimize bir gün kalan ve değiştiremeyeceğimiz şeyin para değil zaman olduğunu kavradığımızda bir anlamı olmayacağını unutmamak gerekir.
Bu sahtelikten kopamamızın bir sebebi de aslında medyadır. Medya bizi avucuna öyle bir almış ki, adımımızı bile medyadan soracak olma durumuna gelmişiz. Geldiğimiz bu durumdan da fazla memnunuz. Neyin nasıl olduğuyla değil, nasıl yansıtıldığıyla yaşıyoruz. Yaşarken ölme tabiri bu duruma fazla uygun gözüküyor. Gözükenle gerçekler arasında olan uçurumdayız. Buna daha fazla kapıldıkça biraz daha sürüklüyor bizi uçurum. Gerçek ilişkilerimiz tükeniyor, parayla satın alınacak ilişkiler arıyoruz.
Tüketim Toplumu; toplum tüketmiyor, tüketim toplumu tüketiyor. Tükenen toplumun da tüketebildiğine inandığı tek şey para. Para tükettikçe mutlu olunan toplumda, paranın satın alamayacağı şeylere inanım duygusu ortadan kalkmış. Ama yine de paranın satın alamayacağı şeyler mevcut.
Bkz:
Jean Baudrillard – Tüketim Toplumu kitabında bahsedilen şeyler ve bende bıraktığı izlenim.