Neveser: Bir Siyasal Münakaşalar Romanı

İlk kez 2010’da okuduğum Neveser ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyı kitabı ikinci kez okuduktan sonra tekrar incelemek durumunda kaldım. 4 yıl aradan sonra okuduğumda dört yıl önceki yazımın eseri anlatmak için yeterli olmadığını gördüm. Buraya alırken güncelleştirdim, kesip biçtim, sağlamlaştırdım. Adamakıllı bir metin durumuna getirdim. İyi okumalar dilerim…

 

Bazı kitaplar vardır ki bir okuyuşta bitiresiniz gelir. Elinizden bırakamazsınız, sizi başka diyarlara sürükler durur. Yazarın hayal dünyasıyla baş başa kalırsınız. Ancak, bazı yazarlar da vardır ki bu hayal dünyasına gerçekleri de eklerler. Gerçeklerle hayalleri harmanlayıp okuru kimi zaman bilgilendirler, kimi zaman da kurgu dünyasına götürürler. Nitelikli okur elinde tuttuğunun roman olduğunu bilir, ancak bu romanın gerçeklerle harmanlandığının da ayrımındadır. İşte Cengiz Özakıncı, tam da böyle bir yazardır. Onun üslubuna yabancı olmayanlar gerçeğin nerede başlayıp nerede biteceğini, hayalin nerede başlayıp nerede biteceğini kestirmekte zorlanmayacaklardır. Ama yine de gerçeği bulma takıntısına da düşmemek gerekir. Otobiyografi veya biyografi okumadığımızın bilincinde olarak okumalıyız onun kitaplarını. Dolayısıyla Cengiz Bey’in yazınsal yapıtlarını “roman” sınıfına sokmanın pek de yeterli olmadığı ortadadır. Bunlara Derin Yahudi’nin arka kapağında yazdığı gibi “roman ötesi” demek uygun olacaktır sanırım.

 

Neveser, Derin Yahudi gibi “roman ötesi” olanlardan biridir. Cengiz Özakıncı’nın çok okunan romanları arasındadır. Neveser’i  yazarın bütün yapıtlarını okuduktan sonra tekrar okudum ve ilk okuma sırasında dikkatimi çekmeyen bazı ayrıntıların gözümden kaçtığını gördüm. İlk kez bundan dört yıl önce okuduğum Neveser’de işlenen konuların henüz güncelliğini yitirmediğini de gördüm. Ve Özakıncı’nın arkasında yılmadan durduğu davayı iyice kavradım ve haklılığını bir kez daha anladım.

 

Bu romana toplumsal gerçekçi bir roman da diyebiliriz miyiz acaba? Yazar gazete kesiklerinden, çeşitli kaynaklardan aldığı bilgileri bir roman tadında okuyucularıyla buluşturmuş. Dolayısıyla bu eser Erol Toy’un eserlerine benzetilebilir: Ne tamamen hayal ürünü ne de tamamen hayal dışı. Bu romanı okuduktan sonra yazarın gerçekten romanın içinde yaşayıp yaşamadığını merak ettim. Acaba Neveser adlı bayanla gerçekten de bir otelin restoranında buluşup sohbet etti mi Cengiz Özakıncı? Ya da Neveser gibi kendisini yemeğe davet eden okurları çok mu? Orhan Pamuk kılıklı adam orada mıydı? Neveser, paspasın altından anahtarı alıp içeride yârini dudak uçuklatan bir şekilde gerçekten karşıladı mı? (Aman neyse ne canım! Yoksa “televole” kültürü beni de mi etkiledi dostlar? Kim kiminle, nerede, ne yapıyor “ucuz” dedikoduları beni de mi sardı? Vah vah! Sanırım bazı kişilerin özel hayatını deşmeden edemiyoruz. Neyse, bu muhabbeti televole çılgınlarına bırakalım ve kitabı yüzeysel tartışmalardan uzak tutalım.)

 

Özakıncı’nın bu kitabı ayrı bir kitap hâlinde yayımlanmadan önce yazarın bir başka eseri olan Dolmakalem Savaşları adı altında “Yazar, Ne Yazar, Ne Yazamaz” başlığı ile yer aldı ilk olarak, daha sonra Neveser adı ile ayrı bir kitap hâlinde satışa sunuldu. Kitabı 2004’ten 2007’ye kadar Filika Yayınevi bastı, daha sonra Otopsi Yayınları Filika’dan devraldı basım işini. Çünkü Filika, kapatıldı. Özakıncı kitaplarını yıllardır Otopsi etiketiyle çıkartmaktadır. Zaten Otopsi, Özakıncı’nın kendi kurduğu bir yayınevidir.

 

Kitabın alt başlığı olan “Yazar, Ne Yazar, Ne Yazamaz”, Aziz Nesin’in Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz kitap başlığını çağrıştırmaktadır. Kitabın kapağında bulunan Cumhuriyet gazetesi, onun üzerinde kırılmış bir kalem ve caddede yalnız oturan umutsuz bir kadın dikkat çekmektedir. Cumhuriyet gazetesinin ön yüzünde merhum Uğur Mumcu’nun büyükçe bir fotoğrafı göze çarpmaktadır. Kapakta bulunan üç simge de kitabın içeriğiyle bağlantılıdır.

 

Neveser’de Özakıncı kendi ağzından kendini anlatmakta, kendisine hayran olan bir okura kendini tanıtmaktadır. Kendisini birinci tekil şahsın ağzından anlatmış, romanın ana karakteri olarak sunmuştur. Ve biz okurlar da Cengiz Bey’in karakteri hakkında az çok bilgi sahibi olmaktayız bu vesileyle. Bu yüzden Özakıncı’yı tanımak isteyenlere şiddetle tavsiye edebileceğim bir eser Neveser. Ben kafamdaki birçok soru işaretini bu kitap sayesinde giderdim. Cengiz Bey’in nasıl bir yazar olduğu kafama enikonu yerleşti. Neveser’in yazara bizzat yönelttiği sorular biz okurların da onu tanımasını, davasının ne olduğunu öğrenmemizi sağlıyor. Örneğin, bu eserden çıkarıyoruz ki çıkar Özakıncı hiçbir olayı tesadüf olarak nitelemiyor, her olayın altında bir bit yeniği arıyor.

 

Yazar bu eseri, kuvvetle muhtemel, kendisini tanımak isteyenleri göz önünde bulundurarak kaleme almış. Aslında her yazarın böyle kendini anlatan eserler kaleme alması -iki farklı açıdan önem taşır ki- hem okuyuculara yazarı tanıma fırsatı sunacak hem de yazar hakkında araştırma yapanlara, tez hazırlayanlara eşsiz bir kaynak mahiyetinde yararlı olacaktır.

 

Kitap iki bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan birincisi “başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın” şarkısından alıntılandığı anlaşılan Başlar Ay Doğarken’dir. İkinci bölüm ise Sen Benim Şarkılarımsın adını taşımaktadır. Yazar her iki bölümde de çeşitli bilgiler veriyor, ancak birinci bölüm ikinci bölüme nazaran daha ağır kalıyor.

 

Okurlar bu kitabı okurken Özakıncı’nın diğer eserlerinin atmosferini yaşayacaklardır; onlardaki bazı bilgileri, cümleleri bu kitapta da bulacaklardır.

 

Romanın ilk bölümü eskiden solcuların işkence gördüğü, şimdiki adı Four Seasons olan Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi’nde geçiyor. Yazar bu otelde kendisinin bir hayranı olan Neveser adlı bayanla karşılaşmayı bekliyor. Beraber oturup yemek yiyorlar. Ama yazar yemek yemekten çok düşünmek ve anlatmakla uğraşıyor ve böylece yemeğini soğutuyor. Oteldeki bazı kişileri ünlü simalara benzetiyor. Söz gelimi bunlardan biri, “Orhan Pamuk kılıklı adam” adını verdiği kişidir. Onun yanında Sam Amca dediği kişi oturmaktadır. Otelin hemen dışında Deniz Gezmiş’i volta atarken gözünün önüne getirmektedir yazar. Böylece bize hem geçmişi hem de şimdiyi yaşatmakta, geçmiş ile içinde yaşamakta olduğu ânı bütünleştirmektedir. Bu bölümde daha ziyade İsrail ile İsrail’in Kürt kartı hakkında açıklamalarda bulunmaktadır. İsrail’in eski Dışişleri Bakanı Yinon’un 1982’de verdiği şu demeç akıllara durgunluk vermektedir: “Irak kuzeyde Kürt, ortada Sünni, güneyde Şii olmak üzere, etnik ve mezhep ayrılıkları temelinde üç devlete bölünecek.” PKK bile sahneye çıkmamışken verilen bu demeç bizi düşünmeye sevk etmektedir. Ayrıca yazar, Uğur Mumcu cinayeti ile ilgili bilgiler de vermekte, arabasına bomba konulup öldürülmeden önce onun Kürt-İsrail ilişkisi ile ilgilenmekte olduğunu belirtmektedir. Örneğin Uğur Mumcu, öldürülmeden on yedi gün önceCumhuriyet’teki köşesinde “İsrail’in Orta Doğu’da bir Kürt devleti kurulması için daha 1960’ların sonlarında eyleme geçtiğini, özellikle Barzani aşiretine para, silah, donatım ve çeşitli destekler sağladığını” kaynak göstererek yazmış. Ertesi gün ise “yakında Kürt milliyetçileri ile istihbarat ajanları arasındaki yakın ilişkileri açıklayacağını” belirtmiş. Böylece Uğur Mumcu’yu kimin öldürdüğünü tam olarak bilemesek de tesadüflere inanmayan Özakıncı bize kendi bulgularına göre bazı ipuçları vererek onun öldürülmesinden İran’ın sorumlu olmayabileceğini, aslında olayın altında başka faillerin bulunabileceğini anlatmaya çalışıyor.

 

İlk bölümde bir de Yahudilerin aslında Kürtlerle kan bağı olduğu savını tartışmaya açıyor Özakıncı. Meğer Y kromozomu her iki ırkta da bulunduğu için Kürtler ile İsrailoğulları soydaşmış falan filan! Cengiz Bey bu uyduruk haberi “İsrail’in Kürtleri kendi tarafına çekme çabası” olarak yorumluyor, ki İsrail’in Kürdistan hayalini de bu bağlamda açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor. Orta Doğu’daki en büyük problemin su olduğunun, İsrail’in Fırat’ın suyuna kesinlikle muhtaç olduğunun altını çiziyor. Ve Şimon Peres’in “Bundan sonraki Orta Doğu savaşı toprak yüzünden değil, su yüzünden çıkacak. Su üretmek için imkân oluşturamazsak su için savaşacağız.” tümcelerini alıntılıyor. (Bunu okuduğumda aklıma şöyle bir senaryo geldi: Fırat da Tevrat’ta kendilerine tahsis edilen toprakların içinde olduğuna göre İsrail, eğer Nil’den Fırat’a kadar bütün toprakları ele geçirirse bir taşla iki kuş vurmuş olacak: Hem Tevrat’ın buyruğunu yerine getirmiş hem de su ihtiyacını karşılamış olacak. Ey okur, İsrail’in bu cambazlığını görüyor musun?)

 

İkinci bölümü kısaca keseceğim. Burada dikkatimi çeken ve aklımda kalan şu oldu: Çay içmeğe davet edilen yazar masada bulunan bir bayanla Çetin Altan konusunda sohbet ediyor. O bayan, Çetin Altan’ın hayranıymış; her sabah yazılarını okumadan edemezmiş. Cengiz Bey; Altan’ın dönek bir yazar olduğunu anlatmaya çalışıyor bayana, fi tarihinde kalan yazılarından alıntılar yapıyor, örnekler veriyor ve “düşünceleri 180 derece dönen bir yazar” olduğunu kanıtlamaya gayret ediyor. Eskiden devleti savunan devletçi bir yazarın şimdi ulusal devlet karşıtı bir çizgi izlemesini tutarsızlık olarak yorumluyor ve Altan’ı dâhi yazar olarak nitelendiren bayanı baş tacı ettiği kalem erbabı konusunda temkinli ve geniş düşünmeye davet ediyor.

 

Acaba ne oldu da Çetin Altan ulusal devlet karşıtı bir yazar olup çıkıverdi? Yoksa Çetin Altan’ın pili mi bitti, emperyalizmle savaşacak gücü kalmadı mı? Aklıma bu tarz sorular geldi okurken. Anlayacağınız, Çetin Altan “düşünceleri 180 derece değişen” yazarlar kervanına katılıyor Özakıncı’nın gözünde.

 

Amerikan emperyalizmine karşı durup da sonradan Amerika’nın önünde el pençe divan duran solcuları yeriyor Özakıncı kitaplarında daha çok. Bu tarz yazarları esas gücü kim ele geçirmişse onun yanında taraf tutmakla suçluyor. Davalarından caydıkları için, yıllarca küfür ettikleri Amerikan emperyalizmine boyun eğdikleri için, Amerikan politikalarının sözcüsü oldukları için, dönek oldukları için…

 

Özakıncı’nın Çetin Altan dışında üzerine büyüteç tuttuğu yazarların en dikkat çekenlerini şöyle sıralayabiliriz: Aytunç Altındal, Mehmet Şevket Eygi, Kadir Mısıroğlu, Aziz Nesin, Abdurrahman Dilipak. Özakıncı’nın bütün yapıtlarını okumuş biri olarak, daha çok bu yazarlar üzerinde durduğunu, bu yazarlara yüklendiğini söyleyebilirim rahatlıkla. Özellikle İblisin Kıblesi ve Türkiye’nin Siyasi İntiharı kitaplarında bu isimlerle ilgili derinlemesine bilgiler bulacaklardır okurlar. Meraklılara duyurulur.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Kitap, Kültür ve Eğitim Siteleri İndirim Kuponları – Eylül, 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.