Otuz, kırk yıl evveline baktığımızda; nikâhsız yaşamanın toplum adına utanç verici bir durum olduğunu görürüz. Nikâhsız yaşayanlar, insanların aşağılayıcı bakışları arasında yüzlerini yere çevirerek, ya da yollarını değiştirerek evlerine gitmek zorunda kalırlardı. ‘Dost Hayatı’ olarak ta bilinen bu nikâhsız birliktelik, insanlar tarafından hiçbir dönem hoşgörü ile karşılanmamıştır.
Dost hayatı yaşamayı bir yaşam tarzı haline getiren erkekler, kısa bir süre sonunda usandığı dostunu bırakıp, bir başka kadın ile dost hayatı yaşamaya başlar. İnsanlar, bu tür yaşam tarzını ahlaki değerler açısından olumsuz örnek olarak değerlendirdiği için dost hayatı yaşayan erkekler için ‘dürzü’ ya da ‘pezevenk’ sıfatını kullanırlar. Dost hayatı yaşamayı bir yaşam tarzı haline getiren kadınlar da vardır. İnsanlar, bu tür kadınları da ahlaki değerler açısından olumsuz örnek olarak değerlendirir. Bu nedenle insanlar, bu tür kadınlar için ‘şıllık’, ‘zilli’ ya da ‘kahpe’ sıfatlarını kullanırlar.
Kuran-ı Kerim, zina ile ilgili şöyle buyuruyor: “Fuhşun açığına da, gizlisine de yaklaşmayın” (Enam151) “Zinaya yaklaşmayın! O, hayasızlık, çirkin, aşağı bir iş, kötü bir yoldur” (İsra 32) “Ey Resulüm, müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar! Müslüman kadınlar da ziynetlerini göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar örtsünler!” (Nur 31)
Kuran’ın emirlerinden de anlaşılacağı üzere, zina yapmak toplumsal bir suçtur. Açığı da, gizlisi de Allah (c.c) tarafından şiddetle yasaklanmış ve lanetlenmiştir. İnsanlar, birlikteliklerde iki esasa dikkat ederler. Birincisi; ya imam nikâhlı olacak, ya da resmi nikâhlı olacak. Bu şartlardan birini yerine getirerek evlenen çiftlere insanların bakışları daima müspet olmuştur. Bu yolla evlenen çiftlere komşularının saygıları büyük olduğundan, kapıları da daima açık olmuştur.
İmam nikâhıyla evlenen kadınlar, ilerleyen günlerde çeşitli sebeplerden dolayı boşanabilirler. Kadınlar, kocalarının ağzından çıkan bir tek kelime ile boşanmış olurlar. İşte bu noktada kadınların evlilikten doğan hakları, söylenen ‘boş ol’ kelimesi arasında kaybolur, gider. Boşanmakla mağdur durumuna düşen kadınlar, hiçbir şekilde hak ve hukuklarını koruyamazlar. Demek oluyor ki; nikâh kıyan imamlar, boşanan kadınların hak ve hukuklarını koruyamıyorlar. Öyle ise, kadınlarımızın hak ve hukukunu koruyan tek bir mekanizma vardır, o da resmi nikâhtır. Resmi nikâhla evlenen kadınlar, boşanmaları halinde hak ve hukukları güvence altınadır. Nafakalarını almakla kalmazlar, mal veya eşya paylaşımında hak sahibi olurlar. Kanun, anne ve babanın sosyal ve ekonomik şartlarını göz önünde bulundurarak çocuğun annesinde veya babasında kalmasına karar verebilir. Anne ve babanın sosyal ve kültürel durumları çocuğun sağlıklı bir şekilde yetişmesine müsait değilse; gayrimeşru ilişkiler sonucu doğan bu masum, bu günahsız yavruya devlet sahip çıkar. Çocuğun beslenmesini, barınmasını ve eğitimini üstlenerek topluma faydalı bir fert olarak yetişmesini sağlar.
Bir anlık hevesleri uğruna meydana getirdikleri o çocuklar, gerek annesi için, gerek babası için tam bir baş belasıdır. Bir an önce bu beladan kurtulmayı düşünürler. Hiç vicdanları sızlamadan, günahları sonucu dünyaya getirdikleri o masum yavrularını bir bez parçasına sarıp bir apartman önüne ya da bir cami avlusuna atıp giderler. Bu davranış, hayvanların bile yapamayacağı bir davranış biçimidir. Zira hayvanlar bile yavrularını korumak ve yetiştirmek için her türlü tehlikeyi ve fedakârlığı göze alabilmektedirler.
Bir anlık gaflet ve heves uğruna dünyaya getirilen bu yavrular, ömürleri boyunca alınlarına vurulan ‘piç’ mührünü taşımaya mahkûmdurlar. İnsanlar tarafından horlanan, itelenen, ötelenen bu çocukların topluma ne kadar faydalı olup olmayacağı birer soru işareti olarak vicdanlarda varlığını hep sürdürmüştür ve sürdürmeye de devam edecektir. Bir günah sonucu dünyaya getirilen bu günahsız çocuklara toplum olarak hiçbir zaman ‘piç’ sıfatını uygun görmemeliyiz. Onlarında birer insan olduklarını düşünerek; onlara bir ana, bir baba sıcaklığı ile yaklaşıp, elden geldiğince hayata tutunmalarına katkıda bulunmamız gerekmektedir. Aksi takdirde, bu çocukların toplum adına kaybedilmiş nesiller olabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Kim bilir, yasak ilişkiler sonucu dünyaya gelen bu yavrular arasından bir âlim, bir mühendis, bir bilim adamı ya da bir devlet adamı çıkabilir.
Bizim için kutsal bir müessese olan aile, son yıllarda gereksiz bir müessese haline getirilmeye başlandı. Şimdilerde günü birlik birliktelikler, sürekli eş değiştirmeler kutsal saydığımız aile anlayışımızın yerini almış durumdadır. Şapkamızı önümüze koyup düşündüğümüzde; Türk insanının bu noktalara nasıl sürüklendiğini görebiliyoruz. Görebildiklerimiz arasında öne çıkanlar, şüphesiz ki görsel medyadır. Onu, yazılı medya takip etmektedir. Bu medya kuruluşları, dış güçlerin sermayesiyle ve projesiyle varlıklarını sürdürmektedirler. Avrupa patentli olan bu kuruluşların tek bir amacı vardır, o da bu milleti Avrupalı gibi yaşamaya alıştırmaktır. Bunu başarabilmek için Avrupalı ailelerin hayatlarını filmler halinde insanlarımıza yıllarca gösterdiler ve milletimizi büyük bir özentinin içine çekmeyi başardılar. Yıllar süren başkalaştırma projesi sonucunda, sanatçılarımızın büyük bir bölümü, kendilerini Avrupalı sayarak evliliğin gereksiz bir müessese olduğunu hiç çekinmeden söyleyebilmektedirler.
Topluma örnek olması gereken bir kısım sanatçılarımızın gece âlemlerini, gününü gün etmeye yönelik birlikteliklerini, içki ve kumar masalarında nasıl rezil-rüsva olduklarını iğrenerek görüyoruz. Bizimle birlikte bu rezaletlere tanıklık eden çocuklarımız için sanatçı; içki içen, kumar oynayan, sürekli eş değiştiren kişi demektir. Öyle ise çocuklar, meşhur olabilmek için her yolu denemekten geri kalmayacaklardır.
Bir milleti yıkabilmenin en kolay yolu; o toplumun aile birliğini yok etmektir. İkincisi; öz dilini bozmaktır. Üçüncüsü; dinini tahrip etmektir. Dördüncüsü; kültür değerlerini bozmaktır. Beşincisi; ahlaki anlayışlarını bozmaktır. Altıncısı; yalana alıştırmaktır. Burada amaç, birbirlerine güvenmeyen bir toplum oluşturmaktır. Tüm bu gelişmelere baktığımızda, ülkemiz ve insanlarımız üzerinde bu tür oyunların yoğunlaşarak devam ettiğini görüyoruz. Bu nedenle; yavrularımızı her türlü zararlı görüntülerden ve akımlardan koruyarak, onların kaybedilmiş nesiller olmalarını önleyebiliriz.
Unutmamalıyız ki; belirli bir yaşa kadar çocuklarımız, annelerini ve babalarını model olarak kabul ederler. Bizler, onların küçük dünyalarında asla değişmeyen modeller olmayı sürdürebilmeliyiz. Aksi halde, onlar da kokuşmuş düzenin birer figüranları olarak önümüze çıkabilirler.
Unutmamalıyız ki; çocuklarımız ailelerimizin gülleridir, neşe kaynaklarıdır. Sevgiden mahrum bırakılan gül çabuk solar. Lütfen çocuklarımızı soldurmayalım…
Yazar Hakkında
1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlk ve ortaokulu Kırıkkale’de, liseyi de Ankara’da tamamladım. Üç çocuk babasıyım. Okumayı, araştırmayı, yorum ve eleştiri yapmayı severim. Bu birikimlerimden faydalanarak “Mevtadan Mektup Var! isimli birde kurgu romanım yayınlanmıştır. Roman sevenlere tavsiye ediyorum. Ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimden ve günümüz teknolojisinden faydalanarak bu sitede makale yazmaya başladım. Amacım; makaleseverlere doğru bilgiye dayanan yazılar hazırlamaktır. Bilgi birikimlerimi kişisel dünya görüşümle harmanlayıp, okuyucusu ile buluşturmaktır. Okuyucularımdan beklentim şudur; yazdıklarımı beğenin veya beğenmeyin, lütfen yorum yapın, beğenip beğenmediğinizi belirtin. Çünkü; sonuçta yazarlarda insandır, yanılabilir. Hatalarımı göstermeniz dileğimle, hepinize saygılarımı ve selamlarımı sunuyorum. E-mail: atessbeyy@mynet.com
Allah’a emanet olunuz…