Dinin Faydaları ve Dinlerin Toplum Üzerindeki Etkileri

Yüce Yaratan, yarattığı insanları dini kabul edebileceği ve kendisini tanıyıp, tasdik edebilecek özelliklerde yaratmıştır. Bu nedenle; ilkel insanlar bile bir dinin ve bir yaratıcının varlığına inanmışlar ve semavi dinler ininceye kadar kendileri tarafından ortaya koydukları dinlere tapmışlardır…

Dinlerin Toplum Üzerindeki Etkileri

Yüce Rab (c.c) yarattığı kullarını din inancına uygun bir formatta yaratmıştır. Bu bakımdan insanlar, yaşadığı ilkel dönemlerde bile kendilerine bir Tanrı aramışlardır. Dönemin insanları, akıl-sır erdiremediği doğaüstü varlıkları Tanrı olarak kabul etmişler, onların heykellerini yaparak tapınmaya başlamışlardır. Bu Tanrı figürleri bazen bir güneş, bazen bir ay, bazen deniz, bazen de bir canlı türü olmuştur.

İbadetBir arada yaşayan ilkel toplum insanları, kendi kanunlarını yapmışlar ve o yasalara uygun yaşamışlar; yasalara uymayanlara da çeşitli cezalar vermişlerdir. Bu yasalarla toplum düzeninin korunması amaçlanmıştır. Dini inançlarını yasalara da yansıtan ilkel topluluklar; zinayı, hırsızlığı, haksız yere insan öldürmeyi kesinlikle cezalandırmışlardır. Çünkü onlar ruhun ölümsüzlüğüne ve hesap gününde işlenen suçların cezalandırılacağını düşünmüşlerdir. İlkel toplum insanları her ne kadar yasalarıyla bu tür olayları engellemeye çalışmışlarsa da; gerçek din anlamında ölçüyü tutturamamışlardır. Çünkü gerçek dinlerde cezalar belirli ölçülere göre verilir ve uygulanır.

Yüce Rab, (c.c) kullarını bu şekilde başıboş bırakmamıştır. Kullarını ilkellikten ve yanlış inançlardan korumak için Peygamberlerini yeryüzüne göndermiştir. Cebrail, Peygamberliği tebliğ ettikten sonra; Peygamberler insanları “Hak” yoluna davet etmiştir. Toplumda insan hak ve hürriyetlerini ihlal edici hadiseler yaşandığında Cebrail, yaşanan olaylarla ilgili ayetleri Peygamberlere getirmiştir. Peygamberler de Allah’ın yasası olan bu ayetleri insanlara anlatmış ve o yasaya göre yaşanmasını sağlamıştır. Demek oluyor ki din; Allah’ın yasalarının tamamıdır. Yüce Allah’ın yasalarıyla fuhuş, hırsızlık, dolandırıcılık, kumar, içki, haksız yere insan öldürmek, yalan yere şahitlik yapmak, rüşvet ve adam kayırmak gibi toplum düzenini temelinden saracak çirkin olaylar engellenmiştir. İşte, insanlık için “Altın Çağ” dönemi bu dönemlerde başlamıştır.

Filozof Auguste Sabatier, insanların dini anlayacak kabiliyette yaratıldığına dair şöyle söylüyor: “Diyanet, gayet kuvvetli bir ağaç gibi insaniyetin geçirdiği inkılâpların hepsinde hayatını muhafaza etmiş ve edecektir. Zaman geçmekle onun kaynağı kurumak şöyle dursun, bilakis gittikçe o membaın derinleştiğini, genişlediğini görmekteyiz. Binaenaleyh, insan hayatı diyanetle başlamış olduğu gibi, diyanetle kuvvet bulacak, diyanetle nihayetlenecektir. Ben niçin dinliyim sualini nefsime sorar sormaz, şu cevabı alıyorum; dindarım; çünkü başka türlü olmaya muktedir değilim.”

Dinin İnsanlara ve Topluma Sağladığı Faydalar:

1-) İnsan akıl ve şuur sahibi, varlığı üzerinde düşünebilen bir canlıdır. Nereden gelip nereye gittiğini, niçin yaratıldığını, hayat yolunun onu nasıl bir sonuca ulaştıracağını vicdanıyla baş başa kaldığı zaman, kendi kendine sorup durmaktadır. Bu konuda tatmin olmak, içinde geleceğe ait olarak beliren endişelerden kurtulmak, sükûnete ve iç huzura ermek ihtiyacındadır. Bu huzuru insan ancak insanüstü bir hakikate inanıp bağlanmakla bulabilir. Bu hakikat ona ancak din verir ve öğretir.

2-) İnsanlığın kendi dünyasında maddeten ve manen inkişaf etmesi, gerçek insanlık mertebesine ulaşabilmesi için de din mutlaka gereklidir. Bu hususu Bediüzzaman şöyle ifade ediyor: “Nev-i beşerin ahvaline dikkatle bakılsa görülür ki, ruhun manen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve terakisini telkin eden, yani aşılayan şeriatladır. Vücut veren tekliftir. Hayat veren Peygamberlerin gönderilmesidir. İlham eden dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar kemalat-ı vicdaniye ve ahlak-ı hasene tamamen yok olurlardı”. (İşara tül-i caz)

Aynı konuda Ali Fuad Başgil şöyle diyor: “En âliminden cahiline kadar insan, nereden gelip nereye gittiğini kendi kendine soracak; insanüstü âlemlerden yüksek bir ideal mesnedi ve bir hareket ve faaliyet prensibi arayacaktır. Fakat bu aradıklarına ve sorduklarına dinin dışında ne ilimde, ne de felsefede tatmin edici ve iç ferahlatıcı bir cevap bulamayacaktır. Neticede ya dindar olup dini hakikatlere gönül bağlayacak ve insan hayatı yaşayacaktır yahut da hayvanlaşıp, fiziki hisler ve bayağı zevkleriyle yaşama yolunu tutacaktır. Bu yol, insanlığı uçuruma götürecektir” (Din ve Laiklik)

3-) Din, cemiyet hayatını düzenleyici ve disiplin edici olarak da insanlık için lüzumlu bir müessesedir. Dini duygu, insandan hiçbir vakit ayrılmayan, onu daima murakabe altında bulunduran manevi bir bekçidir. Bu bekçi, vicdanlar üzerinde son derece etkili olduğu için hem insanı gizli-aşikar bütün fenalıklardan alıkoyar, hem de iyiliklere yöneltir. Din; insan ihtiraslarını engelleyen en güçlü manevi bir dizgindir. Din sayesinde Allah’ın her şeyi bileceğini, hiçbir şeyin ondan gizlenemeyeceğini idrak eden insanda kuvvetli bir idare meydana getirir. Böyle kuvvetli irade ve seciye sahibi kişilerden meydana gelen bir cemiyet ise; asayiş ve istikrar, nizam ve ahenk bulunur. Din; her türlü ahlaki faziletlerin kaynağıdır. İnsanlar için dinin getirdiği ahlaki sistemin önemi çok büyüktür. Din ile ilgili Aleksi Betran şöyle demiştir: “Dindar kimselerde mevcut olan iman, ahlak için pek kıymetli bir istinad noktasıdır.” Bu bakımdan; bir milletin ahlaki yönden zelil olması kadar korkunç bir felaket düşünülemez. Tarih boyunca pek çok millet, ahlaken çöktükleri için yok olmuştur.

4-) Dinsizlik, her şeyden önce ahlak fikrini yıkıp atar. Zira din olmadığı zaman ahlak için hiçbir yaptırıcı güç kalmayacağından, dinsizlik her türlü çirkinliğin ve fenalığın yayılmasına; sonuç olarak ta o toplumun çökmesine sebep olur. Dinsizlik, aynı zamanda hukuk fikrini de ortadan kaldırır. Kendisin herhangi bir ahlaki müeyyideye bağlı hissetmeyen dinsiz insan, hukuk kurallarını çiğneyerek; her türlü haksızlığı, zulmü ve gaspı işlemekte bir sakınca görmez. Ayrıca; dinsiz insanlarda (materyalist) şehvet düşkünlüğü, fazilet, feragat ve fedakârlık gibi yüce duygular asla bulunmaz. Bu tip insanlarda ancak “Boş ver” zihniyeti bulunabilir. Toplum adına bakıldığında bu zihniyetin ne kadar feci bir zihniyet olduğunu söyleyebiliriz.

Hak Dinler, Batıl Dinler, Muharref Dinler Nedir?

a-) Hak Dinler: Tek Allah’a imanı esas tutan ve yalnızca O’na kulluk ve ibadet etmeyi emreden dinlerdir. Hak dinler, Allah’ın gönderdiği dinler olduğundan, bu dinlere semavi dinler de denir. Temelini Allah’ın birliğine iman ve sadece O’na ibaret esası teşkil ettiği için ayrıca bu dinlere Tevhid dini de denilmektedir.

b-) Batıl Dinler: Allah tarafından gönderilmemiş, insanların kendilerinden uydurdukları, tek Allah’a iman esasını taşımayan inanç ve fikirlere batıl dinler denir.

c-) Muharref Dinler: Hak dinlerin içeriğine insanlar tarafından hurafeler ve batıl inançlar konulmuş ve dinin orijinali bozulmuştur. Bu dinlere de Muharref Dinler diyoruz.

İnsanoğlunun ilk Dini:

İnsanoğlunun ilk dini; ilk insan ve İlk Peygamber olan Hz. Âdem Aleyhisselam’a gönderilen ve Allah’ın bir olduğu inancına dayanan Tevhid dinidir. Sosyolojik araştırmalar da insanlığın ilk dininin Tevhid dini olduğunu ortaya koyar mahiyettedir. Nitekim dinler tarihi araştırmacısı ve sosyolog Schmid, yeryüzünde en ilkel insan cemiyeti olan Pigmeler üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu, bunlarda Tek Tanrılı bir inancın olduğunu ortaya koymuştur. Ortaya konulan bu tespit ile Durkheim’in insanlığın ilk dininin totemizm olduğu iddiası da yerle bir edilmiştir.

Batıl Dinlerin Ortaya Çıkışı:

Hz. Âdem’den sonra, bazı insanlar nefislerinin esiri olarak (Şeytanın telkinlerine aldanarak) Tevhid inancını terk etmişler ve batıl inançlara saplanmışlardır. Zaman içinde de insanlar çeşitli batıl dinleri ortaya atmışlar ve kendi yapay dinlerinin esiri olmuşlardır. Yüce Allah’ın merhameti kulları üzerinde olduğundan; sapık yola düşen kulları için yeni peygamberler göndererek onları bu sapkınlıktan ve cehaletten kurtarmak istemiştir; ancak insanlardan bazıları peygamberlerin davetine uymuş, bazıları ise içine düştükleri bataklıkta sürünmeyi tercih etmişlerdir. İnanmayan sapkınlar, hak dine dönenlere türlü işkenceler uygulayarak eski dinlerine döndürmeye çalışmışlardır. Bu bakımdan; her asırda ve dönemde Hak ile Batıl daima karşı karşıya gelip çatışmıştır. Bu mücadeleler günümüzde de çeşitli isimler ve simgeler altında devam ediyor ve kıyamet sabahına kadar da Hak ile Batılın mücadelesi sürecektir.

Din ile İlim Bir Bütündür!

İlim, maddi âlemin, hayatın ve özellikle insanın nasıl var olduğunu inceler, bu evrende meydana gelen ilahi kanunları bulur ve çıkarır. Bu kanunlar sayesinde insanlığın teknik ve medeniyette daha fazla ilerlemesine imkân sağlar. Dinler ise; kâinatın ve maddi âlemin niçin yaratıldığını ve yaratıcısının kim olduğunu ortaya koymakla kalmaz; insanoğlunun varlıklar içindeki ayrıcalıklı mevkiini, yaratılışındaki asıl gayesini ve bu dünyadaki vazifesini belirtir. Bu bakımdan din ile İlmi birbirine düşman gibi göstermek beyhude bir çabadır. İslam’ın ilimle olan münasebetlerini incelediğimizde Yüce Dinimizin ilme ne kadar büyük değer verdiğini görebiliriz.

Yazar Hakkında

1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlk ve ortaokulu Kırıkkale’de, liseyi de Ankara’da tamamladım. Üç çocuk babasıyım. Okumayı, araştırmayı, yorum ve eleştiri yapmayı severim. Bu birikimlerimden faydalanarak “Mevtadan Mektup Var! isimli birde kurgu romanım yayınlanmıştır. Roman sevenlere tavsiye ediyorum. Ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimden ve günümüz teknolojisinden faydalanarak bu sitede makale yazmaya başladım. Amacım; makaleseverlere doğru bilgiye dayanan yazılar hazırlamaktır. Bilgi birikimlerimi kişisel dünya görüşümle harmanlayıp, okuyucusu ile buluşturmaktır. Okuyucularımdan beklentim şudur; yazdıklarımı beğenin veya beğenmeyin, lütfen yorum yapın, beğenip beğenmediğinizi belirtin. Çünkü; sonuçta yazarlarda insandır, yanılabilir. Hatalarımı göstermeniz dileğimle, hepinize saygılarımı ve selamlarımı sunuyorum. E-mail: atessbeyy@mynet.com

Allah’a emanet olunuz…

Bir Yorum

  1. Onlar insanların birbirlerini ve toplumları baskılayabilmek ve dahi korku ve çeşitli psikolojik etkileri kullanmak saikiyle dizginleyebilmek için oluşturdukları akılsal hilelerdir. Tanrı kavramı kavranılamaz, algılanamaz, asla kanıt, gözlem, test’e tabi tutulamaz. Doğaüstücülük yani doğada varolanların ötesinde ve varettiği inanılan şeyler insanların olmasını dilediği ve çeşitli yönlerden kişi ve toplumlar üzerinde yaptırım ve dizginleyici görevler sağlayıcı bu şekilde işe yaradığına, yarar sağladığına inanılmış ve inandırıltılmış şeylerdir.
    Gerçek enilebilecek somut ve kavrayışın ötesinde varedilmiş öyle olduğu farz edilmiş şeylerdir. Toplumlar ve nesiller boyunca insan tekleri böyle bir şeyin ve şeriatın vaolduğuna , sonsuz olandan geldiğine, hak (gerçek) olduğuna inandırılmıslardir. Karşi cikanlar bir şekilde kurulu sistem vasıtası ile öğütülmüş, ort dan kaldırılmışlardır. Fakat bilim ve veriler bu olanların tamaminın evet tamamının gerçekdışı birer masal olduklarını defalarca kanıtları ile sunmuş, ortaya dökmüştür. Zaten o sistemleri ve en baskıcılarını ortaya atanların (iddia sahibi, ilk kişi) dahi ne kadar farklı bir hayat ve görüşte oldukları tarihten gelen veriler le de ispatlı bulunmaktadır. Yine de takdir toplumun kendisindedir. Saygılarla.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.